ğEDİTÖRDEN
ğKIBRIS'TAN HABERLER
ğKIBRIS TÜRK ÜNİVERSİTELERİ
ğKİM KİMDİR ?
ğFİLATELİ
ğKİTAP
ğKIBRIS TÜRK MUTFAĞI
ğİLETİŞİM
ğASKER MEKTUBU
ğLİNKLER ANA SAYFA
e@mail
Sayfa yenilemelerinden ve yeni başlıklardan haberdar olmak istiyorsanız
e-mailinizi yazın.
|
“Kayıplar” sorununda Türk tarafının görüşü Rumlar gibi kayıpları
olan Kıbrıs Türkleri, olayı tamamen insani boyutlar içinde tutmaya çalışırken bir
yandan da Rum propagandasını göğüslemeğe çalışmaktadır.
Türk tarafının olaya bakışını ortaya koyabilmek için Cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş, Otonom Kayıplar komitesi’ndeki Kıbrıslı Türk Üye Rüstem Tatar’ın
birer açıklamasına yer veriyoruz;
Denktaş;
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Rum
tarafının, kayıplar konusunu yeniden bir propaganda konusu olarak ele almakta
olduğunu, BM Genel Sekreteri’nin buna “dur” demesi gerektiğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Denktaş, bir tarafta kayıplarla ilgili otonom bir komite
görevlendirilmiş iken, Rumlar’ın bu konuyu dünya parlamentolarına ve Türkiye
aleyhine İnsan Hakları Komisyonu’na taşımasının, insaf sınırlarını
aştığını ifade etti. Kayıplarla ilgili bir açıklama yapan Denktaş, “Birkaç
gün önce Klerides’le toplantı yapan Rum Kayıp Aileleri Komisyonu Başkanı
Teodosiyu, ‘kayıplarla ilgili starteji uzun vadelidir; bu nedenle herhangi bir şey
açıklanmayacaktır’ diyerek, konuya insani açıdan değil, propaganda açısından
baktıklarını teyit etmiştir” dedi.
Kayıplar konusunu Rum liderliğinin ne denli insafsızca
bir propaganda aracı olarak kullandığının her geçen günle biraz daha
belirginleşmekte olduğunu kaydeden Denktaş, “1974 Ağustosu’nda cesedini Türk
askerlerinden teslim alıp gömdükleri Yunan Çavuşu Christos Koukoularis’in ölü
olduğunu resmen bildikleri halde bu şahsı, 1433 sıra numarası altında ve akıbetinin
araştırılması talebiyle 1995 yılında Otonom Kayıp Şahıslar Komitesine sunmuş
olmaları, ahlaka aykırı bir politika izlemekte olduklaırnın yeni bir kanıtıdır”
şeklinde konuştu.
“Yıllar önce ‘tüm kayıplar listesini
açıklayınız’ dedim; açıklamadılar. Çünkü bu listede darbede ölmüş
olduklarını bildikleri çok kişi vardır” diyen Denktaş, Rumlar’ın sonunda 126
kişinin ölmüş olduğunu bildikleri halde, bu gerçeği ailelerinden, siyasi
nedenlerle, yani propaganda maksadıyle gizlediklerini açıklamak zorunda kaldığını
vurguladı.
Rumlar’ın, Otonom Kayıplar Komitesine 1994 yılına
kadar sundukları 210 kayıp hakkında Türk tarafının yapmış olduğu tahkikatların
sonucunu bu ailelere sunmalarını da öneren Cumhurbaşkanı Denktaş, “Bunların
ölmüş olduklarını söylüyoruz ve bu acı gerçek belgelerimizle ispatlanıyor. Rum
İdaresi, kayıplar listesindeki sayı küçülmesin ve propagandaya devam edebilsinler
diye, yani siyasi nedenlerle, bu insanların öldüğünü kabul etmek istemiyor” dedi.
Rauf Denktaş, ailelerin, siyasi bir hedef gütmedikleri ve sadece yakınlarının sağ
olup olmadığını öğrenmek ihtiyacı içinde oldukları için, Türk tarafının
tahkikatlarından çıkan sonucu kabul edebileceklerini ve böylece onların da kayıplar
listesinden çıkarılmış olacağını söyledi. “Bu yıllar önce yapılmış
olsaydı birçok kayıp eşi veya ailesi kendi hayatını ona göre tanzim edebilecekti”
diyen Denktaş, “ Bu insanları yalan, yanlış hikayelerle, bunca yıl bekletmek hangi
insanlığa sığar!” şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş açıklamasına
şöyle devam etti:
“Rumlar 1995 yılına kadar Komite’ye başka dosya
sunmayı reddetmişlerdi. Bunun gerçek nedeni savaşta öldüklerini bildikleri 1000
kadar Rum askeri hakkında hiç dosyaları olmaması idi. BM Genel Sekreteri’nin
baskılarıyla 1995 sonuna doğru 1283 ek vak’a sundular. Fakat komiteyi çalışmaz
hale getirdikleri için bu dosyalar henüz araştırmaya tabi tutulamamışlardır. Bu
dosyalar arasında ölü oldukları yine Rum otoriterlerinin kendi ifadelerinden de teyit
edilen çok kişi vardır. Hayatta hiçbir kayıp bulunmadığı, yani hepsinin ölü
kabul edilmesi gerektiği BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki eski Özel Temsilci
Yardımcısı Gustave Feissel tarafından 5 Mart 1996 tarihinde açıklanmıştır. BM
genel Sekreteri’nin önerdiği kriterlere göre, gerekli tüm araştırmalardan sonra
sağ olduğuna dair kanıt bulunmayan bir kaybın, ölü olduğu varsayımıyla hareket
edilmelidir. Ahlaka, insanlığa ve her iki tarafta da geçerli olan yasalara göre
hakkında 7-10 yıl haber alınamayan kişiler -duruma göre- ölmüş addedilebiliyorlar
ve aileleri özel hayatlarını ona göre tanzim edebiliyorlar.”
Tatar, Kıbrıs Türk Kayıp
Yakınları Komitesi’yle görüştü (8 Ağustos)
Kayıp Şahıslar Komitesi KKTC
Temsilcisi Rüstem Tatar, aralarında babası kayıp olan Lefkoşa Belediye Başkanı
Şemi Bora’nın da bulunduğu Kıbrıs Türk Kayıp Yakınları Komitesi ile biraraya
geldi.
Tatar, kayıplar konusunun 1963’te Rumların Türklere
saldırıları ile başlayan ve ilk etapta 500 Türk’ün kaybolmasıyla sonuçlanan olay
olduğunu ifade ederek, bu tarihten bu yana kaybolan 211 Türk’ün akibeti hakkında
resmen bilgileri bulunmadığını söyledi.
1974’deki olaylar sonucu iki toplumdan da kayıplar
bulunduğunu belirten Tatar, 1981’de kayıpların akibetini araştırmak üzere 1 Türk,
1 Rum ve BM Genel Sekreteri’nin tayin ettiği 1 tarafsız uzmandan oluştuğunu ve
komitenin görevinin kaybolduğu bildirilen kişilerin akibetini araştırmak ve sağ veya
ölü oldukları hakkında kanaat vermek olduğunu kaydetti. Rumların ceset bulunması
üzerindeki ısrarları üzerine bu komitenin şimdiye kadar bir başarı
sağlayamadığını, yapılan araştırmalar sonucu birçok kişinin ölü olduğunun
kabul edilmiş olmasına rağmen Rumların “Cesedi görmeden bu araştırma
sonuçlarını kabul edemeyiz” yaklaşımı nedeniyle hiçbir dosyanın
kapatılamadığını söyledi.
Rumların bu politikalarının aynen
devam ettiğini belirten Tatar, son iki yıldır Rum basınında çıkan ifşaatlarda, Rum
tarafının resmen ölü olduğunu bildiği Rum kayıpların akibetini ailelerden gizli
tututuğunu ve kayıp ailelerini bunca yıldır ıstıraplarına rağmen propaganda için
kullandığını söyledi. Istıraplı ailelere, yakınlarının sağ ve Türkiye’de
olduğu belirtilerek kullanıldığını kaydeden Tatar, şöyle devam etti:
“Rum tarafına mesajımız şudur:’Geliniz bu konuyu
kesin bir sonuca bağlayalım. Çözüm de nedir? Araştırmaların tamamlanıp bu
kayıpların ölü olduğunu kabul edelim ve bu kayıpların cesetlerinin bulunmasına
çalışarak bulunan kemikleri teşhis yapıp ailelere iade edelim’ Bizim önerimiz
budur ve bugün bu kayıplar konusunu gündemden çıkararak esas sorun olan Kıbrıs
görüşmelerini de gölgelemesin”
Bedioğlu
Kıbrıs Türk Kayıp yakınları Komitesi
Başkanı Oğuz Veli Beidoğlu da açıklamasında, kayıplar konusunun komitelerini
1963’den bu yanan ilgilendiren trajik bir olay olduğunu belirterek, 21 Aralık
1963’ten Mutlu Barış Harekatı’nın tamamlandığı 14 Ağustos 1974’e kadar
Kıbrıs Türk Toplumu’nun 803 kayıp verdiğini ifade etti. Beidoğlu, bu kayıplardan
303’ünün ölü olduğunun kabul edildiğini, geriye kalan 500’ünün akıbeti
hakkında araştırmalar yapılarak bir kanaata varılması için BM gözetiminde
çalışan Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi’ne dosyaların sunulduğunu anlattı.
Tatar; “Cesedin bulunmuş olması
önkoşul değildir”
15 Ağustos: Otonom Kayıp
Şahıslar Komitesi Kıbrıs Türk Üyesi Rüstem Tatar, “Komite, bir kayıp kişinin
ölü olduğu kanaatına varırken, cesedin bulunmuş olması önkoşul değildir” dedi.
Tatar yaptığı yazılı açıklamada, kayıplar konusunda 8 Ağustos tarihinde
yaptığı açıklamaya Rum Kayıp Yakınları Komitesi tarafından verilen yanıtın
konunun özüyle hiçbir ilgisi bulunmadığını vurguladı. Rüstem Tatar, kayıplar
konusunun, 1981’de iki taraf arasında varılan mutabakat çerçevesinde kurulan Otonom
Kayıp Şahıslar Komitesi tarafından, Görev Talimatı’na göre halledilmesinin
öngörüldüğünün altını çizerek, “Görev Talimatı’nın 13. maddesine göre,
kaybolduğu bildirilen şahısların hayatta olup olmadıkları araştırma sonucu elde
edilecek bilgi ve şahadete göre belirlenecektir” dedi ve şöyle konuştu: “Komite,
bir kayıp kişinin sağ olmadığı, yani ölü olduğu kanaatına varırken, cesedin
bulunmuş olması önkoşul değildir. Çünkü temel amaç, kişinin sağ olmadığını,
yani ölü olduğunu ailesine duyurmaktır. Mümkünse, kemiklerin bulunması ve ailelere
teslim edilmesi elbette insani bir görevdir, fakat bu, uygun zamanda, ileride, 31 Temmuz
1997 tarihli sözleşme çerçevesinde ele alınacak bir iştir.”
1981 yılından bu yana yapılan çalışmalar sonucu bu
görüşün, şimdiye kadar Komite’de Üçüncü Üye olarak görev yapan üç deneyimli
İsviçreli diplomat ile BM, ABD ve Avrupa Konseyi’nden destek bulduğuna işaret eden
Tatar, Komite’nin Rum üyesiyle birlikte Cenevre’de BM İnsan Hakları Komisyonu
uzmanlarıyla yaptıkları temaslarda da kendilerine aynı paralelde görüş
belirtildiğini belirtti. Rum tarafının, buna karşın konuyu politize ederek, “kemikleri
bulunup teşhis edilinceye kadar her Rum kaybın sağ ve Türkiye’de tutuklu olduğu
farzedilir” sloganıyla, Rum ailelerinin acılarının devam ettirilmesi pahasına,
propagandayı sürdürme niyetinde olmasının inanılacak bir durum olmadığını
vurgulayan Tatar, Rum tarafının, kendi “kayıplarının” sayısını 1619’dan
1493’e resmen indirmiş olmasına karşın geçen nisan ayında Cenevre’de yer alan BM
İnsan Hakları Komisyonu toplantısında Rum temsilcinin “1619 Rum kaybın” akıbeti
hakkında Türkiye’den izahat istediğine dikkati çekti.
Rum tarafının kayıplar konusundaki politikasına
1974’ten beri Makarios’un vasiyetine uygun olarak yön vermiş olan Ortodoks
Kilisesi’nin güdümünde çalışan Rum Kayıp Yakınları Komitesi’nin bir çelişki
içine düştüğünü söyleyen Tatar, açıklamasını şu sözlerle tamamladı:
“1619’luk ilk listelerinde isimleri bulunan 126
kişinin kemikleri bulunmadan ve sadece şahadete dayalı olarak ölü olduğunu resmen
kabul etmişlerdir. Temennimiz, Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi’nin Görev Talimatı
ve BM Genel Sekreteri’nin iki tarafa en son göndermiş olduğu 24 Mayıs 2000 tarihli
yazısında yaptığı öneriler doğrultusunda, kayıplar konusunun nihai şekilde
halledilmesine destek vermeleri ve her iki taraftaki tüm ilgili ailelerin içinde
oldukları acı ve ızdıraptan kurtulmalarına yardımcı olmalarıdır.”
“Kayıplar” sorununun siyasi
boyutu
“Kayıplar”
sorununda Rum tarafı
"Rum
doktorun korkunç itirafları" |