ğEDİTÖRDEN
ğKIBRIS'TAN HABERLER
ğKIBRIS TÜRK ÜNİVERSİTELERİ
ğKİM KİMDİR ?
ğFİLATELİ
ğKİTAP
ğKIBRIS TÜRK MUTFAĞI
ğİLETİŞİM
ğASKER MEKTUBU
ğLİNKLER ANA SAYFA
e@mail
Sayfa yenilemelerinden ve yeni başlıklardan haberdar olmak istiyorsanız
e-mailinizi yazın.
|
Denktaş'ın anıları ve Editörün yorumu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve
Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi'nin Titina Loizidu davasındaki kararı yorumlayabilmek
için Kıbrıs sorununda yaşanan tüm aşamaların iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kıbrıs Türkü'nün 21 Aralık 1963'te devletten dışlanması ve 1974'e kadar
yaşadıkları bir yana, 1974 yılında Yunanistan'ın Nikos Sampson Darbesi ile
Kıbrıs'ı işgal girişimi (Makarios 19 Temmuz 1974'te Güvenlik Konseyi'nde yaptığı
konuşmada, Yunanistan'ın Kıbrıs'ı işgal ettiğini, Rumlarla birlikte Türklerin de
tehlike altında olduğunu duyuruyor dünyayı Yunan işgaline son vermeye
çağırıyordu) ardından
Türkiye'nin garantörlük haklarına dayanarak gerçekleştirdiği Barış Harekatı ve
sonrasının iyi bilinmesi gerekmektedir.
(Cumhurbaşkanı Denktaş, Kıbrıs Cumhuriyeti ve bir Liderin Doğuşu kitabının
yazarı olan editöre, Türkiye’nin müdahalesinin ardından istifa eden Sampson’un
yerine geçen Klerides’in -göreve gelir gelmez- kendisini aradığını anlattı)
........ Nikos Sampson ayrılmıştır. Gelip seni görebilir miyim?" diyor.
-"Tabii gel" diyorum.
Osorio Tafall, BM Genel Sekreteri'nin temsilcisi biraz s onra kendisini alıp getiriyor. İkametgahta buluşuyoruz.
Klerides'teki hissiyat, beni görür görmez elimi sıkıp iki yanağımdan öpmek oluyor.
O güne kadar iki arkadaştık ama birbirimizi öpen arkadaşlar değildik. Öyle geldi
içinden. Büyük bir tehlikeden kurtulmuştu tabii. Günlerce ne olduğu belli değildi, evine
hapsedilmişti.
Bana ilk söylediği, "Gel! Birlikte sen ve ben bu felaketi
önleyelim."
"Hay hay" dedim. " Ancak bir
şeyi anlıyor musun? Hatırlıyor musun? Niçin oldu bunlar hatırlıyor musun? Ben
senden görüşmeler esnasında Baf'taki küçük bir köyün içmekte olduğu suyun ne
kadar kirli olduğunu sana göstermek için bir şişe içerisinde içilmeyecek derecede
kirli bir şişe su getirdim. Bu köylüye su vermemize müsade et, biz vereceğiz dedim
ve müsade etmedin ve biz tankerlerle su gönderdiğimizde şöförleri tevkif ettirdin, tankerlere el
koydun. Hatırlıyor musun bunları? Kaç yıl bu şekilde bu topluma muamele ettiğinizi
hatırlıyor musun: Biliyor musun ve bunların bir daha olmaması için görüşmeye
hazır olduğumu takdir ediyor musun?"
Klerides, "Tabii" dedi. " O
zaman ben sorumlu değildim. Başkaları sorumluydu. Onlar hep arkada kalacaktır"
dedi ve oturduk konuşmaya başladık.
Bu görüşmenin neticesindedir ki derhal insancıl konuları halletmek için
görüşmeye başlamayı kabul etti. Böylece bir çok insancıl sorunu süratle halleder
bir metod içerisinde çalışmaya başladık.
Unutmayınız ki o günlerde Kıbrıs Türklerinin hala yarısı Rum tarafındaydı ve
Rumların elinde büyük bir azap içerisindeydiler. O görüşmeler başladı. Bunun
biraz sonrasında esirlerin iadesi konusu ortaya çıktı. O konuya eğildik. Klerides'in
iddiası, esirler yerli yerine, geldikleri yerlere gidecek. Ben de diyorum, "Bu akıllı bir iş değil.
Bizim bölgemizde Rum hemen hemen kalmamış. Sen bu eli silah tutan adamları hep getirip
buralara sokacaksın. Bizimkiler tedirgin. Bu olacak iş değil. Onun için kendilerine
sorulsun, nereye gitmek istiyorlar. Kendileri hakikaten gelmek istiyorlarsa ve bize tabi
olacaklarını, isyan etmeyeceklerini taahhüt ederlerse düşünelim."
Öyle oldu. BM de beni destekledi ve
soruldu. Onların yüzde 99'u güneye gitmek, orada yerleşmek istediklerini söylediler.
Bizimkilerin yüzde 100'ü kuzeye yerleşeceklerini söylediler. Böylelikle o meseleyi
hallettik. Büyük bir meseleydi!.....
ÇETİN : Klerides'le imzalamış
olduğunuz nüfus mübadelesi anlaşmasını anlatır mısınız?
DENKTAŞ: 20 Temmuz
1975. Birinci kurtuluş yıldönümünü Girne'de kutluyoruz. 1-2 gün evvel bir haber
aldık ki, 30 kadar Türk Baf'tan, dağlardan Lefkoşe'ye gelmek üzere yola çıkar.
Yakalanırlar. Cikko Manastırı'na götürülürler, dipçiklerle kemikleri kırılır,
papazlar yüzlerine tükürür. Baf'a getirirler, Baf'ta hakarete maruz bırakılırlar
halk tarafından. Halk büyük bir ümitsizlik ve galeyan içindedir.
Bu ilk defa cereyan eden bir olay değildi. Özgürlüğe göçetmek isteyen, bu
nedenle de her şeylerini arkada bırakıp dağlardan yürüyerek bize intikal etmeye
çalışan Türkler yakalandıklarında bu tür muameleye tabi tutulmaktaydılar. Rum
polislere rüşvet vermek gerekiyordu. Bir Türk ailesi her şeyini s atar dağıtır, cebine aldığı parayı Rum şöförlere,
insan başına 250 Kıbrıs lirası vermek suretiyle -kucaktaki bir bebek de aynı paraya
getiriliyordu- sınıra gelmeye çalışırdı.
Rum şöför, bazen Rum polisine haber verir parayı paylaşır, bu insanları yolda
yakalatır geriye gönderirler, hakarete, dayağa tabi tutarlardı ve böylelikle bir
ticaret, bir rezalet, bir baskı devam ederdi.
Geri gelen Türk eşyalarını sattığı için hiçbir şeysiz ortada kalırdı. Bir
Rum şöför iki genç kadını üç bebekle beraber aldı, Trodos dağları üzerinden
Lefkoşe'ye getirecek diye yola çıktı. Gelmediler. Burada kendilerini bekleyen
akrabaları bize haber verdi. Ben derhal Klerides'e telefon ederek, şu, şu, şu isimde
ve şu numaralı araba ile yola çıkan insanlar gelmemiştir. Ne oldular diye sordum ve maalesef biraz sonra
Klerides'ten korkunç bir bilgi aldım. Adam, kadınları yolda öldürmüş, çocukları
boğazlamış, üzerlerindeki paraları, her şeyleri almış keyfine bakıyordu. Büyük
bir baskı yaptık, yakaladılar, mahkemeye verdiler. 8 yıl mı, 10 yıl mı ne hapse
mahkum ettiler ve o iş te o şekilde kapanmış oldu.
Yani bunlar geçmişin olaylarıydılar ve bu son olay artık duruma tüy dikiyordu.
İşte biz bunun protestosunu yapmak için BM'i çağırdık. Evvela inkar ettiler, "Böyle şey yoktur,
büyütülmüştür" dediler. Biz baskı yapınca da "Maalesef
gerçektir" dediler.
Bunun üzerine Klerides'le bir toplantı istedim. Toplantı yapıldı ve Klerides'e, "Kendi halkının arasına
gitmek isteyen Türk veya Rum kim olursa olsun müsade edilmelidir. Böyle durum olamaz.
Bu insanlar ne esirdir ne hapistir. Madem ki Kuzey'e gelmek istiyorlar, sizde rahat
değillerdir, korku içindedirler, buna müsade edeceksiniz. Bizdeki Rumlara da biz
müsade ediyoruz, zaten siz almıyorsunuz. Gelmek isterlerse siz de bunları kabul
edeceksiniz" demek
suretiyle bir anlaşma yapmaya kalktım. Klerides bunu şiddetle reddetti.
İşte o gün 20 Temmuz gösterileri vardı ve Girne'de futbol sahasındaydık. Turhan
Feyzioğlu yanımdaydı. Türkiye'yi temsilen gelmişti. Önümüzde oturan bir
kadıncağız bohçayı kaldırdı, "Denktaş bey Denktaş bey. Ben herşeyimi bırakarak
geldim. Her şeyimi verdim. Feda olsun, helal olsun" demek suretiyle hepimizi
etkiledi. Bütün saha zaten göçmenlerle dolu. Tam o sırada beni mikrofona
çağırdılar. Mikrofona gittim ve dedim ki, -herkes tabii Güney'deki insanların
alınması için tezahürata, nümayişe başladı- "Bu andan itibaren bir program
uygulanmaya başlamıştır. Size ve dünyaya haber veriyorum. Bu program gereğince, ben
sizin insanlarınızı en erken zamanda Kuzey'e alacağım. Söz veriyorum, itimad ediniz."
Büyük bir alkış, büyük bir tufan, büyük bir sevinç dalgası koptu. Geldim
yerime oturdum. O saat Feyzioğlu'nu mikrofona çağırdılar. Feyzioğlu da dedi ki;
-"Sayın Denktaş'ı teyid ederim. Bu insanlık dışı tutum sona erecektir,
erdirilecektir! "
F eyzioğlu yanıma geldi oturdu. "Sayın Denktaş" dedi, "Bir programın
uygulamasından bahsettin. Bir şey mi var?" dedi.
-" Vallahi bunu söylediğim ana kadar
yoktu ama o andan itibaren kafamda bir şey var onu yapacağım"
dedim.
Ertesi gün Üçüncü Viyana toplantılarına katılmak üzere yola çıkacaktım.
Basını çağırdım adadan ayrılmadan evvel dedim ki;
-" Biz insancıl konuları
konuşuyoruz Klerides'le Bunların ise bizim insanlarımıza yaptıkları insancıl
konularla, insancıl tutumla hiç ilgili değildir. Bu büyük bir barbarlıktır. Bu halk
buna layık değildir. Bunu durduracağız. Ya adamlarımızdan gelmek isteyenlere müsade
ederler, gelirler veyahutta görüşmeler durur ve kendilerine hiç bir konuda yardımcı
olmayız."
Viyana'ya indim. Viyana'ya gitmeden önce burdan Waldheim'e bir mesaj gönderdim. Gider gitmez kendisini görmek
istiyorum diye. Viyana Havaalanı'na indim. Basın oradaydı. Klerides, benden biraz evvel
gitmiş. Ona benim beyanatım hakkında sorular sormuşlar, "Böyle nüfus mübadelsi
olur mu? Türkleri bırakır mısınız?" cevap vermiş, "Katiyen! Asla böyle bir şey olmaz"
diye. Bana sordular, "Klerides böyle diyor" diye.
-" O halde görüşmeler biter, herkes
kendi haline bakar" dedim. "Fakat ben şimdi Waldheim ile bu konuyu konuşmaya
gidiyorum" dedim
ve oradan doğru Waldheim'ın kaldığı otele gittim, Waldheim'ı gördüm.
Evvela BM'in bu çok vahim olayı bizden gizlemiş olmasını ve kendilerinden Vak'a
hakkında bilgiyi zorla almış olduğumuzu duyurmak suretiyle protesto ettim. Buna
katiyen müsade etmeyeceğimizi ve Güneyde ezilen, dövülen, hakarete maruz kalan
insanların, her ailenin evinden bir kişinin bizde eli silah tutar vaziyette olduğunu,
bir çoğunun esaretten dönüp bizde kalmayı kabul ettiğini, bunların büyük bir
galeyan içinde olduğunu ve kendilerini sırf bu görüşmeyi kendisiyl e yapacağım güne kadar
beklemelerini rica etmek suretiyle teskin edebildiğimi, aksi halde silahlarını ellerine
alıp bize göçmenlerin geldiği yollardan, dağlardan vuruşarak ailelerini kurtarmaya
gitmeye kararlı olduklarını, tabii böyle bir hal meydana geldikten sonra Türk ordusunun elini kolunu bağlı
addetmeyeceğini, bizim yardımımıza koşacağını ve dolayısıyla bir plan ve program
uygulamak üzere geldiğimi, bu plana göre - Klerides buna evet demezse, geri gider
gitmez- belirli bir günde radyodan bütün insanlarımıza yola çıkınız -vasıta ne olursa olsun, yaya,
hayvanlarla, arabalarla- ve bize doğru gelmeğe başlayınız. Size tek bir tecavüz vaki
olduğu takdirde sizi kurtarmağa geleceğiz, merak etmeyiniz diye bir mesaj
yayınlayacağımı ve bunu sonuna kadar -her şeyi ortaya koyarak- uygulayacağımızı, görüşme vesaire
olmayacağını, gerekirse üçüncü harekatın başlayacağını, çünkü Türkiye'nin
bizi böyle haklı bir girişimde yalnız bırakmayacağına inandığımı söyledim.
Waldheim, insani konularda çok hassas biriydi. Rumların Türklere yapmış olduğu
muameleye çok üzüldüğünü beyan etti ve Klerides'le görüşeceğini söyledi.
Toplantı yerinde ben tam saatinde hazırdım. Fakat toplantıya iki saat sonra
oturabildik. Waldheim beni evvela kendi özel odasına çağırdı. Klerides oradaydı ve gülerek dedi ki;
-" Tebrik ederim! Klerides nüfus
mübadelesine razı oldu. İsteyenleri, arzu edenleri biz soracağız, kabul ederlerse
Rumlar Rum tarafına, Türkler Türk tarafına gelecekler."
Teşekkür ettim Klerides'e, "Bunu senden bekliyordum"
dedim.
-"Çünkü insanları zorla
hapsetmekle Kıbrıs meselesi halledilemez. İnsanlar güvence içinde yaşadıkları,
mesut oldukları sürece komşularıyla iyi geçinebilirler. İyi ettin beni çok büyük
bir sorumluluktan kurtardın. Aksi halde ne olacağı belli olmayan bir yola çıkacaktık" dedim ve böylelikle
-galiba Temmuz sonlarıydı- Eylül'de hareket başladı.
BM'in yardımlarıyla ilk göçmenler konvoylar halinde bize gelmeye başladılar.
Fakat bundan evvel ilk nakil Taşkent köyü halkı için oldu. Taşkent Limasol yolunda
karma bir köydü. Türk mahallesi ayrı, Rum mahallesi ayrı -her karma köyde olduğu
gibi- mesut insanlarla dolu... Bir gün bir BM subayı geldi, içeri dalarcasına girdi ve
sigara paketinin kağıdı üzerine yazılmış bir mesajı bıraktı. Selam verdi ve
çıktı hiçbir şey söylemede n. Kağıtta şunlar yazılıydı:
-" Denktaş ağabey bizi kurtar.
Gençlerimizi aldılar gittiler. Günlerdir haber alamıyoruz. Geceleri kızlarımızı
korumak için ev ev dolaşmaktayız. Büyük bir korku içindeyiz. Sana güveniyoruz"
kabilinden bir mesajdı bu.
Derhal tel efona sarıldım, BM
temsilcisini buldum ve acele bir toplantı yapılmasını istedim. Toplantı, ertesi
günü yapıldı. Klerides'e bu mesajı aldığımı ve bu kadar insanın köyden
toplanarak bir yerlere götürüldüğünü, nerede olduklarını bilmek istediğimi
söyledim. Klerides,
bir iki gün müsade istedi, araştırılsın diye. İki gün sonra geldiğinde, büyük
bir üzüntü içinde, "Maalesef bunlar öldürülmüştür"
dedi. Zaten biz bunun teyidini de, bu arada
kurşuna dizilip de yaralandıktan sonra sürünmek suretiyle İngiliz üslerine
sığınan başka bir köylüden almıştık. Bunu teyid ediyordu ki, hepsi kurşuna
dizilmiştir, yok edilmiştir. Bunun üzerine dedim ki, "Derhal bunları, kadınları, çoluk çocuğu bana
vereceksiniz, getireceksiniz buraya. Aksi takdirde bu iş burda biter"
BM Temsilcisi de, " Herhalde başka
bir netice de beklemiyoruz" dedi. "Bu gayet doğal bir şeydir. Erkeklerine bunu
yaptığınız insanları elinizde tutamazsınız" Ve ertesi günü BM konvoyları
gitti ve Taşkent köylülerini bize nakletti. Şimdi Taşkent diye bilinen yere
kendilerini yerleştirdik. Büyük, hazin bir olaydı. O gün bugün ben Taşkentlileri
kendi evladım, kendi kardeşim addederim. Acılarını yakından paylaştığım büyük
bir insan kitlesidir. Çok kahraman, sabırlı, metin insanlardır. Onların
üzüntülerini de bu şekilde paylaşmış olduk ve onların nakli nüfus nakline yardımcı oldu.....
Editörün yorumu
Denktaş, Klerides ve zamanın BM Genel Sekreteri Waldheim tarafından
gerçekleştirilen bu mübadele, Kıbrıs'ta iki kesimli ve iki toplumlu bir anlaşmanın
temeli oldu. 1977 Denktaş-Makarios, 1979 Denktaş-Kiprianu anlaşmaları ve sonrasındaki
tüm anlaşma ve mutabakatlar iki kesimliliği vurguluyor ve evlerinden göçetmek zorunda
kalmış Rumlar ve Türklerin durumu anlaşmaya dayalı olarak karşılıklı
tazminatlarla çözümlenecekti.
Ancak Avr upa Birliği, başından beri
Kıbrıs sorununda taraf olduğu için bu kez de, bugüne kadar imzalanan anlaşmaları
varılan mutabakatları inkar ederek Kıbrıs sorununu içinden çıkılmaz bir duruma
getirdi. Artık Avrupa Birliği'nin Kıbrıs konusunda Türk tarafına söyleyebilecek bir şeyi yoktur. Bir
yandan Kıbrıs meselesi iki halkın rızasına dayalı olarak çözülecektir diyecek,
öte yandan Kıbrıs Türk tarafını yok (ya da Türkiye'nin boyunduruğu altında)
sayarak çifte standart uygulayacaksın.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Titina Loizidu hakkındaki kararını verirken
Kıbrıs gerçeklerini gerçekten dikkate alsa idi; ya görevsizlik kararı verir ya da
Titina Loizidu'ya tazminatı ödeyecek makamın Türkiye değil, Rum Yönetimi -hatta
Klerides- olacağını kararlaştırırdı. Çünkü Wald heim'in huzurunda imzalanan göçmen mübadelesi
anlaşmasında Denktaş ve Klerides'in imzası bulunuyordu
TİTİNA
4>>> |