ğEDİTÖRDEN
ğKIBRIS'TAN HABERLER
ğKIBRIS TÜRK ÜNİVERSİTELERİ
ğKİM KİMDİR ?
ğFİLATELİ
ğKİTAP
ğKIBRIS TÜRK MUTFAĞI
ğİLETİŞİM
ğAYŞE İNGİLTERE'DE
ğASKER MEKTUBU
ğLİNKLER ANA SAYFA
e@mail
Sayfa yenilemelerinden ve yeni başlıklardan haberdar olmak istiyorsanız
e-mailinizi yazın.
|
İçinde bulunduğumuz son dönem
4 Aralık 2001' tarihinde
gerçekleştirilen Denktaş-Klerides zirvesi ile başladı. Denktaş,
Klerides'le başladığı zirveyi Klerides'le tamamlayamadı ve her zaman
olduğu gibi yine hem kendi vatandaşları hem de Türkiye'deki bazı
kalemlerce "uzlaşmaz tavır izlemek"le suçlandı.
Zirveyi Denktaş'ın başlattığını hatırlatmakla yetinmeyelim ve o günlerde Mehmet Ali Birand'ın üniversite öğrencileriyle
yaptığı toplantıda, Üniversiteli bazı öğrencilerin Türkiye
hakkındaki sözlerinin ardından Türkiye'den bazı kalemlerin "Kıbrıs'ı
verip Avrupa Birliği'ne girelim" tarzındaki hezeyanları, hemen ardından
da TÜSİAD Başkanı'nın
Kıbrıs konusundaki talihsiz açıklamalarının ortalığı karıştırdığını
hatırlatalım..
Bu tartışmada hem Türkiye hem
KKTC tarafının ciddi şekilde hatalı olduğuna inanıyorum. Bu
inancımı bazı iddiaları cevaplandırarak ve bazı olayları hatırlatarak
dile getirmek istiyorum.
İDDİALAR
Bir yazarımız, 1974 yılında Kıbrıs'ın en verimli bölgesi Güzelyurt
ile en turistik bölgesi Maraş'ı aldığımız halde Rumlardan geri
olduğumuzu anlatarak bunun sorumluluğunu Türk tarafına yüklüyor.
İlk bakışta "doğru" denilebilecek bu tespit, eksik ve
yanlıştır. İzah etmek isterim:
Narenciye bahçeleri ile ünlü Güzelyurt ovası, adanın en büyük
yeraltı su kaynaklarından birinin üzerinde idi ve bol su sayesinde
Güzelyurt yem yeşildi. Bugün Narenciye bahçelerinin büyük bir bölümü
kurudu, sebebi de tuzlanmadır. Bunun sorumluluğunu sadece Türk
tarafına yüklemek, olayları bilmemekten kaynaklanmıyorsa büyük
bir saptırmadır. Çünkü; Güzelyurt'taki yeraltı su kaynaklarının
beslendiği temel kaynak Trodos'lardan gelen derelerdir. (Eski) Kıbrıslılar
"Mayıs dereleri"ni hatırlarlar. Türk kesiminde Mayıs
derelerinin hiç biri kalmamıştır. Niçin mi? Rumlar'ın
Trodoslardan Türk tarafına geçen derelerin tümünü, göletlerle
kurutması yüzünden. 1980'li yılların başında bu konuda çıkan
haber BM belgesi olarak kayıtlardaki yerini almıştır. Merak
edenler, Türkiye'nin Lefkoşe Büyükelçilerinden İnal Batu'ya
sorabilirler.
Devam edelim; Rum kesiminden Türk tarafına doğru akan derelerin
tamamen kesilmesinin ardından Güzelyurt Derivasyon projesi hazırlandı.
Yine 1980'li yılların parasıyla milyarlarca lira harcandı. Ancak Kıbrıslı
Türk üretici, karıklama sulama sisteminden damlama sulama sistemine
geçirilemediği için su israfı bir türlü önlenemedi. Tabiat ise
boşluk kabul etmiyor... Yeraltı su kaynaklarından çekilen suyun
yerine deniz suyu doldu ve tuzlanma olayı başladı. Yani Kıbrıs Türk
Yönetimi'nin Kıbrıs Türk çiftçisini damla sulama sistemine geçirememesi
kadar Rum tarafının su ambargosu da önemlidir.
Su sorununa çözüm için Türkiye'den su getirelim ancak ondan önce
Yeşilırmak Göleti'ni yapalım dendi. Ancak Yeşilırmak yöresindeki
çiftçilerin çilek bahçelerini terketmemekteki ısrarı (Tabii kendi yönetimlerine
olan güvensizliğini, ellerinden alınacak toprakların yerine
yenisinin verilmeyeceği korkusunu unutmamak lazım) Yeşilırmak Göletinin
yapımını engelledi ve Kıbrıs Türkleri bugün de varlık içinde
yokluk çekmeye devam ediyor.
Maraş'a gelince; 30 binden fazla yatak kapasitesine sahip Maraş'ın
Türk tarafında olduğu doğrudur ama BM'in baskısıyla boş tutultuğunu
da unutmamak gerek.
RUMLARIN ZENGİNLİĞİ
Adanın en güzel yerlerini kaybeden Rum tarafında fert başına düşen
yıllık gelirin 15 bin doların üzerinde olduğu gerçeğine
gelince.... Doğrudur. 1974 yılından bu yana Rum tarafına yapılan
yardımların (Türk tarafına da kullandırılmak kaydıyla
verilmesine rağmen bu yardımların "Kıbrıs Hükümeti"ni
tanıma şartına bağlanarak Türklerin kullanmasının engellendiğini
unutmayalım) miktarını alt alta koyduğunuz zaman fert başına düşen
milli gelirin normal olduğu anlaşılır. Tabii buna bir de Rum yönetiminin
adayı, Off Shore bankacılık yoluyla İsviçre'den sonra ikinci
"kara para aklama merkezi" haline getirdiğini de ekleyin.
TÜRK TARAFININ SORUMLULUĞU
Şimdi sorabilirsiniz: Kıbrıslı Türk idarecilerin hiç mi suçu
yok? Tek suçlu Rum ambargosu mu?
Cevap: Hayır! Kıbrıs Türk hükümetlerinin de yönetim becerisini
sorgulayabilirsiniz! Mutlaka yanlışları var! Ancak bu yöneticileri
seçerek işbaşına getirenlerin Kıbrıs Türkleri olduğunu
unutmamanız kaydıyla. Bir örnek vermek isterim. Hem tuzlanan
narenciye bahçelerini anlatacak hem de yönetim anlayışını
sergileyecek.
Kıbrıslılar bilirler. Hasan R. Siber "Köy ve Köycülüğümüz"
başlığı altında tarım yazıları yazardı. Sonradan bu yazıların
büyük bölümünü kitaplaştırdı da. 12 Kasım 1990'da Yeni Gün
Gazetesi'nde "DAMGALANDIK" başlıklı yazının bazı
bölümlerini aktarmak istiyorum;
"Bize 'Kıbrıs Türkleri tembeldir' damgası vurulmuştur ve
bu lekeyi silmek hiç de kolay olmayacaktır. Zaten kendi aramızdaki
konuşmalarda da 'insanlarımız çok değişti, tembelleşti, işlemeden
para kazanmak istiyor' demez miyiz? ..... Devletimiz ya da hükümetimiz
çiftçiyi (bu konuda) yanlışa yönlendirmektedir. Tahıl ovalarımızı
her sene sarıya bürüyen lapsanalar çiftçilerin aşırı derecede
tembelliğinin apaçık yansımasıdır. Ama hükümet de bu konuda
hatalıdır..... Narenciye: Sular azaldı, tükendi, ya da tuzlulaştı
ama vahşi sulama devam ediyor. Çünkü herkes yalnız kendini düşünüyor.
Bahçelerden kazanılan milyonlar, ne yeni dikime ne de modern sulama
tesisi oluşturulmasına harcanabiliyor. Her iş devletten,
anavatandan umuluyor..... SONUÇ: Yıldan yıla büyüyen aynı tarımsal
sorunlar, yalnız Anavatan'ın ilgi ve parasal desteği ile çözümlenemez.
Esas ilgi ve gayreti biz göstermeliyiz."
Evet sevgili okurlar şimdi de Kıbrıslı Türk Üniversite öğrencilerinin
"adadan göç etmek zorunda oldukları" ve
"kimliklerini kaybettikleri" iddialarına bakalım.
KAÇAK İŞÇİ SORUNU VE GÖÇMENLİK
Kıbrıslı Türk öğrenciler, adayı Türkiyeliler doldurduğu için
adadan göçetmek zorunda kaldıklarını savunuyorlar. Bir ölçüde
haklılar. Yıllarca Kaçak işçi iddialarıyla ortalığı
inlettiler. Hiç unutmuyorum, CTP'nin iktidar ortağı olduğu dönemde
CTP'li tarım bakanı kaçak işçiden şikayet etmişti ve ben
gazeteci olarak, "Kaçak işçilerin niçin hemen sınırdışı
edilmediği" ni sormuştum. Cevap ibret vericiydi; "Kaçak
işçileri sınırdışı edersem narenciyeler ağaçta kalır"
Yine birgün Lefkoşe Burhan Nalbantoğlu Hastahanesi Başhekimi Zeka
Mahirel'i ziyaretimde tanık olmuştum. Hastahanede tedavi altına alınan
bir kişi kaçak işçiydi ve Belediyenin çalıştırdığı bu kaçak
işçinin tedavisi Lefkoşe Burhan Nalbantoğlu Hastahanesine kalmıştı.
KKTC'nde çalışan kaçak işçiler, Kıbrıslı Türklerin çalışmak
istemediği alanlarda yani, narenciye bahçelerinde tarım işçisi
olarak, benzin istasyonlarında pompacı olarak çalışır ve bu işin
temeli arz-talep meselesidir. Kıbrıslı Türk iş adamları göstermelik
yaptırımlara karşın kaçak işçi çalıştırmaya devam ettiği sürece
kaçak işçiler olacaktır. Ancak benim burada anlamadığım, Kıbrıslı
Türklerin, kendi yönetimlerini, sigortalı işçilerle memurlar arasındaki
sosyal güvenlik uçurumunu kaldırmaya zorlamamaladır. Çünkü
yasalardaki fahiş hatalar nedeniyle herkes devlet kapısında memur
olmaya uğraşmakta, üretim ve yatırımı düşünmemek- tedir.
Kıbrıslı öğrencilerin adadan göç etmek zorunda kalmalarının
ana nedeni olarak gösterilen kaçak işçiliğin özü böyledir.
Ancak bu öğrencilere sormak lazım, Londra'da bulaşıkçılık
yapan Kıbrıs Türk genci, acaba kendi ülkesinde niçin narenciye işçiliği
ya da benzin istasyonunda pompacılık yapmak istememektedir.
Göçmenlik konusunda tartışılması gereken asıl konu ise, Kıbrıs'taki
göçmenliğin tarihinde yatar. Kıbrıslı Türklerin adadan göç
etmek zorunda olması yeni bir olay değildir. 1963-1974 dönemi Kıbrıs
Türklerinin büyük ölçüde göçüne sahne olmuştur. Tapu kayıtlarına
göre, ada topraklarının yüzde 30'dan fazlasına sahip Kıbrıs Türkü,
1963 olaylarıyla birlikte küçük küçük bölgelere sıkışmak
zorunda kalmıştı. Baf, Limasol, Serdarlı, Lefkoşa gibi sancaklara
sığınmak zorunda kalan Kıbrıs Türkü yoğun bir ambargo altında
idi. Kızılay yardımlarının dağıtımı bile Makarios'un insafına
kalmıştı. Demir, çimento, çivi, benzin gibi temel malzemeler
ambargoluydu ve Türklere satışı yasaktı. Bölgeler arası
seyahatlerde Türklerin başına gelenlerin haddi hesabı yoktu. Her gün
birinin kayıp haberi geliyordu. Böyle bir dönemde onbinlerce Kıbrıs
Türkü adadan göç etmişti. 1967 yıllarında Rum liderliğinin,
telefon başvurusuna bile pasaport verme kararı, Kıbrıslı Türklerin
göçünü kolaylaştırmak içindi (Ve ne yazıkki bugün de aynı
duruma gelindi ve Kıbrıs Türkleri Rum pasaportu alıyorlar. Onları
bu duruma düşürenler utansın.)
Göçmenlik tarihi konusunda biraz geriye gidersek, Kıbrıs'ın İngiltere'ye
devrini onaylayan Lozan anlaşması hükmü uyarınca onbinlerce Kıbrıs
Türkü İngiliz vatandaşlığını kabul etmediği için Türkiye'ye
göç etti.
Daha geriye gidersek, Kıbrıslı Türk erkeklerin İngiliz ordusunda
askerlik etmek üzere ada dışına gittiğini, Kıbrıslı Türk kızlarının
da Şam, Halep, Bağdat gibi illere gelin gönderildiğini (Değerli
meslektaşım, gazeteci, yazar İsmet Kotak'ın çıkarmış olduğu
dergiyi unutmayanlar vardır) hatırlarız.
Biraz daha geriye gittiğimizde, Kıbrıs'ın İngiltere'ye devri ile
birlikte adadan Türk göçünün başladığını görürüz.
Geçmişteki göç olayları ile şimdiki göç olaylarının
nedenleri irdelendiğinde; özellikle 1963-74 arasındaki göçün can
kaygusuyla, son günlerdeki göçün ise iş bulmak amacıyla gerçekleştirildiği
görülür. Ada toplumlarında ise göç vermek geleneksel bir
olgudur. Türkiye'de bazı iller göç verir, bazı iller göç alır.
Ancak, ada toplumlarında Türkiye'deki gibi "iç göç"
olayı olmadığı için göç olayı daha bariz bir şekilde belli
olmaktadır.
KİMLİK SORUNU
Kıbrıslı Türk öğrencilerin bazıları, kendilerinin Türk
olmalarına karşın aynı zamanda bir "Kıbrıslılık"
kimliği olduğunu savunmaktadırlar. Aslında her zaman yanlış anlaşılan
bu konuda Kıbrıslı Türk öğrenciler bana göre haklıdırlar. Nasıl
ki Türkiye Cumhuriyeti'nde bir Erzurumlu, bir Kayserili, bir Adanalı,
bir İstanbullu, bir İzmirli kimliği varsa Kıbrıslı Türkün de Kıbrıslılık
kimliği vardır. İklimin, coğrafyanın, çevresel faktörlerin
yarattığı farklılığın doğal sonucudur bu. Ancak bunun abartılmaması
gerekir. Çünkü Rumlarla Türklerin Kıbrıslılıkları aynı coğrafyayı
paylaşmaktan öte gitmez.
Kıbrıs'ta zaman zaman konuştuğumuzda bazı Kıbrıslı Türkler,
"biz 1974' ten önce Rumlarla gayet iyi geçinirdik" derler.
1963-1974 arasında yaşanan olayları bilenler bu lafı pek ciddiye
almaz ama biz biraz daha geriye gidelim, değerli meslektaşım Serhat
Hürkan' ın "Yıkılmayan imparatorluk futbol" kitabından
bazı satırlara gözatalım:
"1920'de futbol, Türk ve Rum mekteplerinde oynanmaya başladı....
Her iki cemaatin futbol takımları kendi aralarında maçlar yapıyorlardı....
Yılda bir kaç kez, Rum ve Türk temsili karmaları karşı karşıya
geliyorlardı. İlke, kulüplerin yalnız kendi milliyetlerinden
olanları kabul etmeleriydi..... Rum Apoel kulübünün 10. kuruluş yıldönümünde
Lefkoşa- Larnaka karmaları arasındaki maç öncesinde de olay
patlak verdi. Lefkoşa karmasına alınan iki Türk oyuncuya Rumlar şiddetle
itiraz ettiler sonunda Türk futbolcular kadrı dışı bırakıldı.,
maç yalnız Rum oyunculardan kurulu karmalar arasında yapıldı....
23 Eylül 1934'te Türk ve Rum futbol kulüpleri bir araya gelerek Kıbrıs
Futbol Federasyonunu (KOP) kurdular.. Kop'un başkanı ve genel
sekreteri Rum toplumundan, asbaşkanı ise Türk cemaatinden seçiliyordu.
Ancak 6 merkez ilçedeki tüm stadyumlar Rumlara aitti ve kontrol da
onlardaydı.... Rum Atletik kuruluşu TESK 1955 Ekim ayında aldığı
kararla tüm stadyumları Türk kulaplerine kapattı. Rumlar, Çetinkaya'yla
karşılaşma yapmayı tendi takımlarına yasakladılar. 30 Ekum
1955'te tüm Türk Kulüpleri KOP'dan çıkartıldılar.... Kıbrıs
futbolundaki bölünmüşlüğe çare bulmak için, zamanın FİFA Başkanı
İngiliz Sir Stanley Rous araya girdi. Her iki toplumun da futbol
federasyonlarının özerkliklerini korumaları kaydıyla, Dünya
Kupası'nda Kıbrıs'ı ortaklaşa temsil edebilmeleri için önerilen
Pan Kıbrıs Futbol Federasyonu formülü önce kabul gördü. Ama Rum
futbol Federasyonu Başkanı Nikos Stilyanakis sonradan caydı,
teklifi kesinlikle reddetti."
Serhat Hürkan'ın kitabından alınan yazıları çok eski
bulabilirsiniz o zaman biraz daha yazın zamanlara ait örnek verelim
ve Anadolu Ajansı'nda 7 Nisan 1998'de yayınlanan bir habere göz
atalım;
"KIBRIS RUM YÖNETİMİNİN TÜRKLERE
YAPTIĞI AYRIMCILIK BM RAPORUNDA..
New York (A.A)- Ender Ülgen- BM İnsan Hakları Komitesi, Kıbrıs
Rum Yönetimi'nin, adanın güneyinde yaşayan Türklere karşı ayrımcılık
yaptığını bildirdi.
Bu konudaki raporda, Türklere karşı ayrımcılık yapıldığı
yolunda çeşitli duyumlar alındığı belirtilerek, Rum Yönetimi'nin
BM yetkililerine yeterince bilgi vermemesinden yakınıldı.
A.A muhabirinin aldığı bilgiye göre, Türklere özellikle iş
bulma ve kimlik kartı alma konusunda farklı muamele uyguladığı
raporda yer aldı."
|