1- Makarios'un G.Konseyi'ndeki konuşması
2- Yunanistan Temyiz
Mahkemesi'nin kararı
3- Dr George
Nakratzas
Kıbrıs Sorunu, Türkiye'nin kendini
anlatamadığı dış sorunlardan sadece birisidir. Özellikle Avrupa Birliği'ne tam
üyeliğin gündeme gelmesiyle birlikte, "Kıbrıs'taki işgale son verilmesi"
çağrıları da arttı.
Bir yandan aba altından sopa
gösterilir, diğer yandan "Kıbrıs'taki işgale son vermezseniz AB'ne tam üyeliğe
alınmazsınız ha!" türünden tehditlere başvurulur. Sonra tüm bunlar yetmezmiş
gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Titina Loizidu davasındaki gibi siyasi
kararlarla Türkiye sanık sandalyesine oturtulmak istenir...
Rum-Yunan ikilisinin taleplerine boyun
eğen Batı'nın bu çağrıları, kendi tarihinden kopmuş, kendi tarihinden utanan bazı
vatandaşlarımızı da etkiler... Sağda-solda duymuşsunuzdur; "Hani canım biz de
az yapmamışız!", "Yahu madem Kıbrıs da Avrupa Birliği'ne giriyor biz de
gireceğiz. O zaman mesele yok. Hele Kıbrıs'tan bir çekilelim gerisi kolay!"
Tarihi tarihçilere bırakalım ama
yakın gerçekleri bile unutacak kadar tarih bilincine sahip olamayan toplumların
başlarına çok şeyler gelebileceğini hatırlatarak konuya girelim; Kıbrıs'ta gerçek
işgalci Yunanistan'dır ve Türkiye Kıbrıs'a Yunan işgaline son vermek için girmek
zorunda kalmıştır. Bu tarihi gerçek Rum-Yunan Kaynaklarınca da teyid edilmektedir.
Belge 1; Başpiskopos Makarios'un konuşması
15 Temmuz 1974 Nikos Sampson Darbesi
sırasında adadan kaçarak canını kurtarabilen Başpiskopos Makarios'un Güvenlik
Konseyi'nde yaptığı konuşmadan;
"Kıbrıs'ta geçen Pazartesi
sabahından bu yana süregelen olaylar gerçek bir trajedidir. Yunanistan'daki askeri
cunta, Kıbrıs'ın bağımsızlığını acımasızca ihlal etmiştir. Yunan Cuntası,
Kıbrıs halkının demokratik haklarına, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlık ve
egemenliğine en ufak bir saygı göstermeden, diktatörlüğünü Kıbrıs'a da
uzatmıştır.... Bu darbe, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ve
hükümranlığını açıkça ihlal eden dış kaynaklı bir işgaldir. Sözde darbe,
Milli Muhafız Ordusu'nu yöneten Yunanlı subayların işidir... Atina'nın
düzenlediği darbe ile yaratılan bu olağandışı durumu sona erdirmek için Genel
Kurul üyelerine ellerinden geleni yapma çağrısında bulunuyorum. Kıbrıs'taki
anayasal durumun ve Kıbrıs halkının demokratik haklarının yeniden teşhir
edilebilmesi için; Güvenlik Konseyi'ne elindeki tüm imkanları gecikmeden kullanması
çağrısında bulunuyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Kıbrıs'taki olaylar
Kıbrıs Rumlarının bir iç meselesini teşkil etmemektedir. Kıbrıs Türkleri de
etkilenmektedir. Yunan cuntasının düzenlediği darbe bir istiladır ve sonuçlarından
tüm Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar acı çekmektedir..." (The Cyprus Triangle sa;128- Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Yayınları, "Türk-Yunan İlişkileri" konulu Üçüncü
Askeri Tarih Semineri, sa; 367-372, Ankara-1986)
(yukarı)
Belge 2; Yunanistan Temyiz Mahkemesi'nin 21.3.1979 tarih ve 2658/79 sayılı "Türk
Ordusu'nun Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır, suç Yunan subaylarına aittir" kararı.
ve bu mahkeme kararına giden yol
1976 yılı Aralık ayında bir
Yunanlı, mahkemeye başvurarak, 22 Temmuz 1974'te Lefkoşe üzerinde uçarken, Güney
Kıbrıslıların (Rumların) açtıkları ateş sonucu düşüp parçalanan Yunan Delta
Nakliye uçağının içinde bulunan ve ölen oğlu için tazminat talebinde bulundu.
Atina Mahkemesi, 1978 yılında
aldığı kararda "Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması
gerekmektedir" denilir.
Ekonomi Bakanlığı tazminatı
ödememek için karara karşı çıkar ve temyiz mahkemesinin kararı bozması talebinde
bulunur. Ekonomi Bakanlığının bu talebi üzerine toplanan Temyiz Mahkemesi 21.3.1979
tarih ve 2658/79 sayılı kararı alır. Karar şöyledir;
"Davacı tarafından öne sürülen
iddiaların gerçek olduğu, mahkememizce yapılan araştırma sonucu kanıtlandı.
Zürich Anlaşmasını imzalayan taraflar, Yunanistan, Türkiye ve İngiltere
"garantör" devletler olarak, Kıbrıs'ın herhangi bir devlet ile birleşmesini
ya da bölünmesini önlemek için "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin güvenliğini
garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır.
1974 Temmuz ayının ilk haftası
içinde Kıbrıs Devlet Başkanı Makarios, adada görev yapan bazı subayların, darbe
girişimi hazırlığı içinde bulunduklarını ve kendisini öldürmeyi
planladıklarını öğrenmiş ve durumu Atina'ya duyurarak, Yunanistan Devlet Başkanı
General Gizikis'ten önlem almasını istemiştir.
Ancak Atina'daki yönetim, bu talebe
resmi bir cevap vereceği ya da önlem alacağı yerde, 15 Temmuz 1974'te, General
Yoannidis, Makarios'a karşı, Kıbrıs'taki Yunan Birliğinin Komutanı General Yorgitsis
ve General Yanakodimos ile birlikte 102 Yunan subayının da yer aldıkları darbeyi
gerçekleştirdi ve Makarios'u öldürmeye teşebbüs etti.
Lefkoşe'deki Başkanlık Sarayı ağır
silahlarla ateşe tutulmuş, Başkan Makarios bu saldırıdan bir mucize eseri olarak
kurtulmuştur. Kıbrıs Anayasası asi Yunan subayları tarafından çiğnendikten sonra,
Nikos Sampson başa getirildi. Türkiye ise 20 Temmuz 1974'te yaratılan durum nedeniyle,
hukuki haklarını kullanarak Kıbrıs'a müdahalede bulunmuştur." (http://www.inaf.gen.tr), (e-mail: info@inaf.gen.tr
) (yukarı)
Yunanistan Temyiz Mahkemesinin bu
kararının ardından neler olduğu merak edilebilir. Onu da özetleyelim;
Temyiz kararıyla zamanın Savunma
Bakanı Evangelos Averof güç duruma düşer. Savunma Bakanlığı'ndan Ekonomi
Bakanlığına gönderilen 12.6. 1979 tarih ve F-800/109-B5849 sayılı gizli yazıda,
Bakanlığın her ne olursa olsun mahkemeye tekrar başvurmaması ve düşen uçakta ölen
askerlerin ailelerine tazminatların sessizce ve problem yaratılmadan ödenerek meselenin
kapatılması istenir.
Mahkeme kararı, zamanın Yunan
hükümeti ile yargı organlarını da birbirine düşürür. Başbakan Konstantin
Karamanlis imzasını taşıyan; "Kıbrıs ile ilgili davalar açılmadan önce
hükümete bilgi verilecek ve onay alınmadan davaya bakılmayacaktır. Milli nedenler,
Türk istilasına yol açan sorumluların, sonsuza kadar yargılanmamalarını
gerektiriyor" şeklindeki yazı Adalet Bakanlığı'na gönderilir. Ancak bu yazı
büyük tepkiye neden olur. Adalet Bakanlığı'nın Başbakanlığa gönderdiği 14289/78
sayılı cevabi yazı şöyledir;
"Vatandaşların menfaatlerinin
korunması, gerçeklerin aydınlığa kavuşmasıyla mümkündür. Hiçbir kuvvet,
adaleti, gerçek sorumluları ortaya çıkarmaması konusunda susmaya mecbur edemez."
Bu gelişmeler üzerine zamanın
Başbakanı Konstantin Karamanlis, "Yunanistan aleyhine kullanılabilir"
gerekçesiyle Temyiz mahkemesi kararının kamuoyuna duyurulmasını yasakladı. (yukarı)
(Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı ve
karara ilişkin gelişmeler, Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi İnaf'ın
Aralık-200 tarihli bülteninden alınmıştır.)
Dr. George
Nakratzas....
Hollanda'da yaşayan Yunan asıllı Dr.
Nakratzas, Tak Ajans tarafından 24 Kasım tarihinde yayınlanan 26 numaralı,
"Yunanlı Dr. Nakratzas;'1960 Anayasasını İhlal Eden Makarios'du'"
başlıklı haberini hatırlatmak istiyorum;
"Hollanda'da ikamet eden Yunan asıllı Dr. George Nakratzas, Yunanistan Komünist
Partisi Yeniden Yapılanma Merkez Komitesi'nin yayın organında yer alan makalesinde, Rum
tarafının Enosis hayalini ve Rum barbarlığını gözler önüne serdi.
Dr. Nakratzas, Kıbrıslı Türk ve Rum ortak yönetiminden oluşan 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin anayasasını ihlal edenin, Kıbrıs Türk tarafı değil, Başpiskopos
Makarios olduğunu vurguladı. Dr. Nakratzas makalesinde, Başpiskopos Makarios'un Enosis
hayaliyle 1960 Anayasası'nın 13 maddesinde değişiklik yaparak, Türk tarafını
ortaklık cumhuriyetinden dışladığını ve hemen ardından 21 Aralık'ta Kıbrıslı
Türkleri katletmek amacıyla saldırı başlattığını yazdı.
Makarios'un, Türk tarafının anayasadaki değişikliği reddetmesini dünyaya
"Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti'ne itaatsizlik" şeklinde duyurduğunu, ancak
bunun tamamen gerçek dışı olduğunu vurgulayan Dr. Nakratzas, "Yasal açıdan
bakılacak olursa, anayasayı tek yanlı olarak keyfi şekilde ihlal etme girişiminde
bulunan Kıbrıslı Türkler değil, Makarios'du dedi.
Dr. Nakratzas, Kıbrıslı Türklerin, 1963 ile 1967 yılları arasında, Sampson,
Yorgacis ve Lissarides tarafından yönetilen çetelerce öldürüldüğüne işaret
ederek, "Bu konuda genç Yunanlıların bir fikri yok" dedi ve bu katliamlarda
"Kıbrıs Hükümeti" olarak adlandırdığı Rum yönetiminin büyük
sorumluluğu bulunduğunu vurguladı.
Rum tarafının kayıplar konusunu propaganda haline getirdiğini ve gerçek kayıp
sayısının açıklanandan çok daha az olduğunu BM belgelerinden alıntılar yaparak
makalesinde gözler önüne seren Dr. Nakratzas, 21 Aralık 1963 ile 8 Haziran 1964
tarihleri arasında kayıp olduğu resmen açıklanan Kıbrıslı Türklerin sayısının
232 olduğuna dikkati çekti. Nakratzas, "Bu dönemde sadece 43 Rum'un kayıp olduğu
belirlenmiştir. Bu rakamlar BM Genel Sekreteri'nin S/5950 sayılı raporundan
alınmıştır" diye konuştu. Nakratzas, kayıplar konusundaki gerçekler bu iken,
Rum besınının devamli şekilde ellerinde sevdiklerinin fotoğraflarını tutan Rum
kadınların resimlerini yayınladığını, ancak kayıplar hakkında bilgi edinmeye
çalışan Türk kadınların fotoğraflarına bugüne kadar hiç yer vermediğine dikkati
çekti.
1963-1967 yılları arasındaki katliamlardan Rum Yönetimi'nin sorumlu olduğunu
vurgulayan Dr. Geroge Nakratzas, Rum Yönetimi'nin Avrupa Birliği'ne giriş müzakereleri
sırasında iki soruya yanıt vermesi gerektiğini belirtti ve bu soruları şöyle
sıraladı:
1) "Kıbrıs Hükümeti Kıbrıs Türk Devletini tanımayı reddediyorsa veya
2) Gevşek bir Türk- Rum Konfederasyonunu kabul etmeyi reddediyorsa, geriye kalan
şu iki çözümden hangisini düşünüyor? A) Kıbrıslı Türkler'in 1963 öncesinde
yaşadıkları köylere geri dönmelerini mi, yoksa B) Kıbrıslı Türklerin 11 yıl
mahsur kaldıkları enklavlara geri dönmelerini mi? (SEL/CAN)" |